ızdırap sancısı

Mahallemizde fazla aşk, fazla kediyi, fazla kedi fazla felaketi kovalardı.
                                                                                   
İlk bloğumun ilk dizeleri Didem Madak’tan olsun diledim, çünkü o kadına karşı saplantılı bir bağlılığım olduğu gerçeğini inkar edemiyorum.

Henüz en sevdiğim renk olan sarının bana şans getirmesini umduğumu mırıldanırken, blog zırvalığı denilen meseleye nihayet ayak basabildim.

Sanat, kültür ve bilimin olmadığı yerde ismimin yabancı varlığını kabul edemezken, yazacak olduğum birçok söz kalabalığının genel temasını bunların belirleyeceğini düşünüyorum.
Günümüzde birçok kullanıcıya ulaşan, yazma/kendini ifade etme sitelerinden biri olan blogger, birçokları gibi benim de yazma eğilimimi taşıdığım ilk site durumunda bulunmuyor.

İnsanların bu tutkulu yazma eylemlerinin nedenine, ızdıraplı yazma ihtiyacına ancak Sait Faik’in lisanıyla cevap bulabiliyorum.

Birçok kişinin bildiği, klişe bir kelam olan bu üç kelime bütünü, aslında gelmiş geçmiş birçok yazanın yazma hırsını anlatmaya yetiyor.

“Yazmasam deli olacaktım.” diyor Sait Faik Abasıyanık.

Cümlenin en başına taşınacak olursak, Son Kuşlar kitabının içindeki 'Haritada Bir Nokta' öyküsünün son paragrafı tanımlamaya yetiyor anlatmaya çalıştığım laf kuruntularının tamamını;

“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” 

Sait Faik’in bu paragrafı çoğu kez kendi içimde verdiğim kararın ve peşi sıra gelen ani caymanın kat’i bir delili aslında.

Birçok kez elimden kalemi atmaya yeltenmiş, yazmaktan ve yazmaya dair her şeyden tiksinmiş olmam, yazmadığım zaman aklımı kaçıracak duruma gelmemle eş değerde.
Bu işe gönül vermiş bir kişide, yazmak işinin o şahsın temel ihtiyaçlarından biri olduğunu düşünüyorum. Zira yemek, istirahat, uyku vb. insan bünyesinin arzuladığı birçok faaliyetin yanında, yazmayı kişinin dimağı arzuluyor.

Kişinin dimağı, hayal gücü, zihni ve tüm arzularının anavatanı kalbi.

Bir diğer göz bebeğim olan Rainer Maria Rilke ise, Genç Şaire Mektuplar isimli eserinde aslında tüm meseleyi tam olarak şöyle özetler.

 “İnsanın yazmadan yaşayabileceğini hissetmesi yazmaması gerektiğini görmesine yeter bir sebeptir.”

Yazmadan, karalamadan, harfleri yuvarlamadan nefesimin tıkandığını tüm hücrelerime değin hissedebiliyorum. İşte bu yüzden, mahfi varlığımla ve dilimden fırlayan kelimelerimle buradayım.
.
Bir başka bloğumda, ilklerin rahatsızlık verici kasıntı halinden arınarak görüşmek ümidiyle, sızım sızım.

Sarıya ve ekşiye en az bir şiir dizesi kadar sevdalı Limon Esintisi, sizlere güzellikler diler!



                           

Yorumlar

  1. Alıntıların cuk oturmuş.Güçlü olduğun yeri hissettirdin sanırım^^ İkinci paylaşımını merakla bekliyorum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. aslında kendimi bu konuda hiç yeterli görmem fakat, yorumun güzel hissettirdi. teşekkürler, ziyadesiyle!

      Sil

Yorum Gönder